9 Ocak 2025'te Ukrayna Yüce Radası, Çarlık Rusya'sının 19. yüzyıl Kafkas Savaşı sırasında Çerkeslere yönelik eylemlerini soykırım olarak tanıdı.

9 Ocak 2025'te Ukrayna Yüce Radası, Çarlık Rusya'sının 19. yüzyıl Kafkas Savaşı sırasında Çerkeslere yönelik eylemlerini soykırım olarak tanıdı.

 Bunun nedeni, söz konusu talebin Türk kuruluşu “Birleşik Çerkesya Konseyi” tarafından Verkhovna Rada’ya iletilmesiydi. Bu eylem uluslararası Çerkes toplumunda karışık tepkilere yol açtı.


Bu konu etrafındaki tartışmalar bir miktar yatıştıktan sonra, bu olayı Ürdünlü siyaset bilimi doktoru A. Kesht ile konuşma fırsatı bulduk. Konuşmanın oldukça ilginç geçtiği ortaya çıktı.


- Ukrayna Parlamentosu'nun Çerkes Soykırımı'nı tanıması haberi, diyor A. Kesht, Çerkes halkımız için önemli olan bir dizi ek soruyu gündeme getirdi: Ukrayna'nın soykırımı tanımasının gerçek yararı nedir? Soykırımın tanınmasının ardından hangi adımlar atılmalıdır? Bu karar Rusya Federasyonu'nu nasıl etkileyebilir ve soykırım gerçeğini tanımasını sağlayabilir?


A. Kesht bu sorular üzerinde düşünerek olayların bundan sonraki gelişimini tahmin etmeye çalıştı.


- Çerkes aktivistlerin soykırım meselesini Uluslararası Adalet Divanı'nda görüştürmeyi başardığını ve mahkemenin Çarlık Rusya'sını ve onun halefi olan ve bu kararı tanımayı reddeden Rusya Federasyonu'nu kınayan bir karar verdiğini varsayalım. Peki ya sonra? – diye soruyor A. Kesht.


Birincisi, bu tür kararlar, alındıkları devlete karşı bir baskı oluşturmaktadır. Örneğin Rusya Federasyonu, kendisine uygulanan 16.000'den fazla uluslararası yaptırımla iyi başa çıkıyor ve böyle bir kararın kendisi üzerinde önemli bir etki yaratması pek olası görünmüyor. Üstelik, pratikte görüldüğü gibi, Rusya'dan bile daha zayıf bazı ülkeler, Uluslararası Adalet Divanı kararlarını görmezden geliyorlar. ABD bile bu kararlara her zaman uymuyor.


İkincisi, Rusya Federasyonu bu kararı tanımayı reddedecek (Rusya başka bir kararı kabul etmeyecek), o zaman ne olacak? Bu tür konular genellikle BM Güvenlik Konseyi tarafından bağlayıcı bir karara bağlanmak üzere değerlendirilir. Ancak bu kararın Güvenlik Konseyi'ne ulaşması halinde, Konsey daimi üyesi olan Rusya Federasyonu veto yetkisini kullanacak ve bunun sonucunda bu konudaki kararın alınması engellenecek.


A. Kesht, Ukrayna'nın, bazıları tarafından büyük bir zafer olarak algılanan soykırımı tanımasının aslında hiçbir anlamı olmadığını ve gerçeklikten uzak olduğunu belirtmek isterim, diye devam etti. Örneğin, Ermenistan'ın 2010 yılında Türkiye'nin 1915-1923 yılları arasında işlediği Ermeni Soykırımı nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'nda dava açmasını hatırlatmak isterim. Ancak ABD de dahil olmak üzere 30 ülke tarafından Ermeni Soykırımı'nın tanınmasına rağmen bugüne kadar herhangi bir sonuç alınamadı.


Ukrayna Parlamentosu'nun kararı, yalnızca yurtdışındaki Çerkes toplumunun bazı aktivistlerinin Facebook sayfalarında bir zafer olarak algılandı. Hiçbir büyük uluslararası haber ajansının (CNN, NBC, El Cezire ve diğerleri) bu olaya değinmemesi, Ukrayna'nın Çerkes meselesini kendi çıkarları doğrultusunda kullanma girişimine karşı açık bir ilgisizliğin göstergesidir. Ürdün atasözünde denildiği gibi, bu "boşluğa atılan bir darbe"ydi. Üstelik soykırımın tanınması, Ukrayna'nın "Büyük Ukrayna" yaratma hayalinin çöküşü ve Batı Çerkesya'nın Kuban Kazaklarının toprakları olarak ilhak edilmesiyle birlikte gerçekleşti.


Görev süresi dolan Ukrayna Parlamentosu'nun aldığı kararın meşruiyeti konusunda da endişeler var; yeni parlamento bu kararı bozabilir. Ukrayna gerçekten samimi olsaydı, Güney Afrika'nın Gazze'deki son savaşta yaptığı gibi, Uluslararası Adalet Divanı'na başvururdu.


Bu tanınmanın asıl sorunu, Ukrayna'nın tanınmasını önemli bir şey olarak algılayan ve Ukrayna halkına şükran çağrısında bulunan Çerkes aydınlarının bir kısmının duygusal patlamasıdır. Bu durum, yabancı milliyet hareketindeki fikri eksikliğin, tüm Çerkes halkının parçalanmasına yol açtığını göstermektedir. Eğer Ukrayna’nın ve yukarıda adı geçen “Birleşik Çerkesya Konseyi”nin temel hedefi bu ise, o zaman doğru yoldadırlar.


Gustave Le Bon'un Kitlelerin Psikolojisi kitabında söylediği gibi: "Kitleler hiçbir zaman gerçeğe susamadılar. Zevklerine uymayan kanıtlardan yüz çevirdiler, yanılsamalara tapmayı tercih ettiler... Onlara kolayca yanılsamalar sunabilenler liderleri olur; yanılsamalarını yok etmeye çalışanlar her zaman kurbanları olur."